29 Mayıs 2010 Cumartesi

ZAP SUYU AKAR GİDER/ Oy sinem mi sinem mi/Yar sinem mi sinem mi/Ah sinem sinem sinem mi/Oy sinem mi sinem mi

Hayat denen şeyin çok acayip ve karmakarışık olduğunu düşünenler ve düşünmeyenler diye ikiye ayrılırdı bizim sınıf. Dört sene kardeşçe yaşayan bizler, birbirimizin değişik hallerine şahit olmuştuk. İşte beş kişiydik sınıfta. Beş kişiden biri de bizim hikayeciğimizin kahramanı. Ona, "Bayan Güzel" diye hitap etmeyi seçiyorum, sebebi güzel olması değil, çok güzel olması; ama onda eksik olan bir şeyler vardı, en azından bazı zamanlar. Anlamak, anlamamak, anlayamamak, anlamama çabası, anlama güçlüğü... Teşhis konulamadı. Bir şeyler eksikti sonuçta, bundan emindim.
Okulu bitirip bu saçma hocalardan ve sistemden kurtulmak istiyorduk. Düzeltme gibi bir derdimiz de vardı; ama hala "bir dert" olarak bir yerlerde durmakta. Bir sınav saati, edebiyat fakültesinin en büyük amfisi, 150 kişilik çoğu geri zekalı bir kitle, 4 sene boyunca birbirine selam vermeyen insanların oluşturduğu birden fazla sayılı kombinasyonlar, Uçan Adam'ı programda küçük gören hoca, biz ve  Bayan Güzel.
Metin şerhi sınavı, hoca 4 soruyu ağır ağır okuyor. Üç beş de beyit yazdırdı tahtaya, yalaka yaverlerine. Hoca korkusundan eli ayağına dolaşan asistanlardan çok var bizim bölümde.
Hoca soruları bitirdikten sonra "Tekrar okuyacağım kızım bir dakika" dedi. Hoca tekrar okudu soruyu, tekrar anlamayan Bayan Güzel bana sordu. Sorudaki bol ekli kelimeler ve Bayan Güzel'in konuya hiç vakıf olmaması anlamasını zorlaştırıyordu, zaten vardı bir problem. Neyse asistan bizi gördü, hocasına yaranacak ya, yanımıza geldi. Durumu anlatırken soruyu ona da sordu Bayan Güzel. Asistan soruyu anlamış gibi göründü ama kafası allak bullak olmuştu, cevap veremedi. Benim akıl da gitti zira. Ortalık iyice karışınca hoca tekrar geldi ve Bayan Güzel'i "Dinlemezsen tabii anlamazsın" diye azarladı. Sıkışmış, iki arada kalmış, çaresiz, en çok da kendine olan güvenini kaybetmiş Bayan Güzel, tüm bunlara rağmen yılmadı ve hocadan ikinci soruyu tekrar okumasını istedi. Hoca küplere bindi, saçsız kafası kıpkırmızı oldu, burnundan ateşler çıktı, olduğu yerde zıplamaya başladı. Hatta pantolonunu çıkarmaya başladı ki asistanları engelledi. (Sonradan öğrendik ki huyuymuş, çok sinirlenince çırılçıplak soyunup, anadan üryan Kapalıçarşı'dan Samandıra'ya kadar koşarmış. Köprüden yaya geçmesi problem olsa da köprü polisi tanırmış da idare edermiş. Adam da torba yerlerde-imiş.) Sınıftaki beş kişi bu olaya çok güldü. Bu olay çok komikti. Hoca derin bir nefes aldı, gömleğinin düğmesini açtı ve nihayet soruyu tekrarladı, sınavın yarım saati geçmişti bile. Bayan Güzel, yapılan onca tekrara rağmen soruyu hala anlamadı; ama kağıdını doldurduğunu gördüm. Zaten anlamayacağı belliydi ve onun soruyu anlaması için harcanan emekler, kutsal değildi. O günden sonra anladım ki Albert Einstein haklıydı.
Bayan Güzel'in üniversite yaşamı -beş kişiden biri olmasına rağmen- hala devam etmektedir.
Maalesef benim bu okulda bir hocadan duyduğum en mantıklı şey, Bayan Güzel'e söylenen "Dinlemezsen tabii anlamazsın"  sözüdür.

Ve Bayan Güzel'in en sevdiği türkü, başlıktaki türküdür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder